Elektrik İşletmesinin karşısında, Rusya’dan göç etmiş bir ayakkabı tamircisi vardı. Bir gün liseye giden büyük ağabeyim, oraya ayakkabısını tamir için girdiğinde, tamircinin Yunus Emre’nin Divanını okuduğunu görüyor. Eve geldiğinde, doğru dürüst Türkçe konuşamayan bu adamın Yunus Emre’yi okuduğunu anlatmıştı. Bunu dinlediğimde 14-15 yaşlarında idim. Sanki utanmış bir eksikliğimgibi Varlık yayınlarında yayınlamış Abdülbaki Gölpınarlı’nın küçücük Yunus Emre kitabını alarak okumaya başladım. Yunus’un şiirlerinin altında bir de sözlüklerin bugünkü kullanımı yazılıydı. Yunus’un dizelerinde geçen “Od”un ateş, “sin”in mezar olduğunu öğrenmiştim ve bana okuma kolaylığı verdiği için de o kitabı çok sevmiştim. Bir kaç ay gibi bir zaman sonra da, Eskişehir’deki Yunus Emre anma törenleri denilen etkinliklere kitabını okuduğum ünlü Yunus Emre uzmanı denilen Abdülbaki Gölpınarlı gelmişti. Onu dinleyenlerden biri oldum. Yunus Emre’yi “Derviş” falan demeden çağının acı dolu şartlarında Türkçe şiirlerini yazan çağının şairi ve aydını olduğunu, mezarı denilen makamlarını da bir bir açtıklarını, mezarının Sarıköy’de olduğunu anlatmıştı. Ondan sonra nerede Yunus Emre ile ilgili bir yazı, bir kitap gördümse okudum,biriktirdim. Bu gün en zengin Yunus Emre kitaplığıma sahip olduğumu dostlarım bilir.Tabi her yıl anma törenlerindeki Yunus Emre Kongreleri denilen toplantılarını da izledim. Ahmet Kabaklı’dan Yunus’da Telvini (Tasavvufta halden hale girmeyi),Cahit Öztelli’den Yunus’un Şeyhüslam Ebu Şuud Efendi tarafından yasaklandığı, Agah Çubukçu’dan Sevgili Yunus’umuz dediğini konuşmalarını Yunus’un dizelerini ezbere okuyarak yaptığını,Yusuf Ziya Binatlı’nın Yunus’un mezarı Eskişehir’dedir diye üstüne basa basa konuşmalarını dinledim. Tabi 50 yılda sayısız konuşmacı diledim sayısız makale, kitap okudum. Hala, her gün sabah, daha iyi anlamak,yorumlamak için daha önce okuduklarımı bir kez daha okuyorum. Neredeyse her gün yeni bir kitabına,makalesine kavuşuyorum.Yunus Emre sadece benim konum, takıntım değil. Ulus olarak hepimizin tanıması gereken kültürümüzün temel taşlarından biri.Almanların Goethe’yi, İtalyanların Dantesi gibi şiirlerinin hepsiyle ezberleyerek çok iyi tanımamız gerektiğine inanıyorum. Hele hele Eskişehir’in mirası olduğu için en önemlisi sorumluluğumuz bilinçindeyim. Ben duyarlı bir Eskişehirli ve araştıran,tanıyan biri olmak için ilgileniyorum sadece.
İlk sanat yazılarımdan birinde, gece tek başına tren ile Sarıköy’e gittiğimi, Gecenin karanlığında trenden inip sabahı beklediğimi ve sabah güneşin doğmasıyla at arabalarıyla, traktörlerle, hatta yaya insanların dağların, tepelerin arasından sızarcasına geldiklerini. Daha sonra gelen protokolun, siyasilerin nutuklar atıp ayrıldıklarını. Yunus için gelenlerin konulan üç çelengi “Bu Vali Beyinmiş, bu Belediye Başkanınmış, Bu da Kaymakamınmış” diyerek seyrettiklerini, Yunus’un üç ayrı mezarında ayrı ayrı Fatihalarını okuyup akşama kadar kalakaldıklarını, dönmelerini bile bilemediklerini yazmıştım.
1977 yılının Ekim’inde, Eskişehir Sanatçılar Birliği’ni kurmak için Şahin Özyüksel, Fahrettin Şengör, Uzay Gedikli , Yücel Saraçoğlu bir araya geldiğimizde amaçımızı,hedefimizi,yol haritamızı çizerken hep birlikte önceliğimizin Yunus Emre’nin çağdaş sanat anlayışında, sanat ortamında anılmasına, tanıtılmasına ve faaliyetlerin bununla yapılmasına karar vermiştik. 1978 yılının ilk günlerinde Eskişehir Sanatçılar Birliği kurulunca ilk toplantılarımızdan birinde Eskişehir’e bir Yunus Emre Heykeli kazandırılmasına karar verildi ve bu dönemin Valisi A. Nazif Demiröz’e anlatıldı. Eskişehir Sanatçılar Birliğinin öncülüğünde Eskişehir’e Yunus Emre Heykeli Kazandırma Komisyonu kuruldu. Eskişehir Sanatçılar Birliğinin de ilk resim-heykel yarışmasının konusu Yunus Emre oldu, hatta şartnamesi de şöyle oldu : “Konu Yunus Emre’dir. Ancak sanatçı önce yapılmış Yunus emre resim ve heykellerinden uzak,kendince bir yorum getirecektir.” diyordu. O yarışmada; resim dalında Atila Özer Birinci olurken heykel dalında Mustafa Özdemir’in heykeli Birinci oldu ve uygulandı Yediler semtine 1979 yılında benim Eskişehir Sanatçılar Birliği Başkanlığım dönemimde Sadi Irmak’ın açılışını yaparak dikildi.
1979 yılının Mayıs’ında Adapazarı’ndaki Sait Faik Anma Törenlerinde Oktay Akbal ile Tahsin Yücel’in aralarında oturuyordum. Oktay Akbal , Tahsin Yücel’e “Eskişehirlileri sevmem, şiirimizin temel taşı Yunus Emre’nin değerini bilmiyorlar. Sanat çevreleri sahip çıkmıyor” diyerek dokundurmuştu. O an en üzüldüğüm anlarımdan birini yaşadım. Oysa ben Yunus Emre’mize neler yapılmalıyı daha Almanya’da bulunduğum 1970 yılında karar vermiştim.
.